OSMANLI KADINLARININ HAYAT HAKKI ARAYIŞININ BİR HİKAYESİ

 



Özge: 3 yıldır bu bloğun kurucusu kadın arkadaşlarımla düzenli şekilde feminist okumaları yapıyoruz. Dünya geneli ve Türkiye’de feminizm başlığı altında onlarca kitap okuduk. Fakat 2 yıl kadar önce Ankara Atatürk Bulvarı üzerinde küçücük sevimli mi sevimli bir yayınevinde tanıştığım bu kitap bana şunu sordu. ‘’Osmanlı döneminde kadınlar yok muydu Özge, onlar sence hiç sesini çıkarmadı mı, onlar eşitlik istemedi mi, kadın hakları cumhuriyet dönemine mi tekabül ediyor?’’ Evet dedim, ben Osmanlı dönemi kadınlarını hiç okumadım, hiç araştırmadım. Onlar kimdi, ne yaptılar, ne için ses yükselttiler? Bu soruların ve bu kitabın öncelikle kendime ardından önerim ile birlikte arkadaşlarıma çok şey kattığıma inanıyorum.

‘’Ülkemiz kadınlarına yurttaşlık haklarının verilmesinde ve özellikle bunun ifade edilişinde, geriye baktırmayan, süreci atlayan bir yaklaşım var.’’ diyor Aynur Demirdirek. Açıkçası ben hiç geriye dönüp düşünmemiştim. Bunun bir politika olabileceği, belki de sadece siyasi bir hamle olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Diğer birçok ülkeye kıyasla bir hayli erken verilmiş bir hak. Bakınız verilmiş diyorum, ama bu hak öylesine durduk yere mi verildi bir düşünsenize. Hiçbir kadın bu hakkı almak için sesini yükseltip haykırmak zorunda kalmadı mı? Eşit iş, eşit eğitim hakkı demedi mi? Elbette dedi. O zaman da vardık, o vakitlerde de tıpkı bugün bizim yaptığımız gibi kadınlar toplandı, birbirini bilgilendirdi, paylaşımda bulundu ve bu çığlık büyüdü. Yazılar yazdılar, dergiler çıkardılar, yurt dışındaki kadın arkadaşlarımızın çalışmalarını takip ettiler, bu gelişmeleri ülkemizdeki kadınlar ile paylaştılar. Birbirlerinden haberdar olmalarını sağladılar. Hak arayışı bugün de olduğu gibi elbette her dönemde zor olmuştur. Kabul edelim ki, 1800lü yılları düşününce bunlar çok büyük çaba, emek ve enerji isteyen direnişlerdir. Ama en önemlisi ise inançtır. Siyasi ve ekonomik olarak çöküşte olan karmakarışık bir imparatorluk altında hayat hakkı arayışının peşine düşmüş bir avuç kadın.  Ne muazzam bir duruş! Ne büyük bir inanç! Kabaca yuvarlamak gerekirse 1870- 1915 yılları arasında, üzerinde araştırma yapabileceğimiz o döneme ışık tutabilecek dergiler var. Kitabımızda bunların 8 tanesi incelenmiştir. Bunlar sırası ile Şükufezar (1886), Hanımlara Mahsus Gazete (1895-1908), Demet (1908), Mahasin (1908-1909), Kadın/ Selanik (1908-1909), Kadın/ İstanbul ( 1911-1912), Kadınlar Dünyası (1913-1914, 1918-1921), Kadınlık(1914) dergileridir.  Bu dergilerin içinde temizlik kurallarını, yemek tariflerini, nasıl iyi bir eş ve anne olacağını, eşinizin yanında nasıl ona yakışabileceğinizi salık veren dergileri bulabiliriz.  Amma velakin öte yandan ‘’eğitim istiyoruz, özgürlük istiyoruz, seçme ve seçilme hakkı istiyoruz, boşanma hakkı istiyoruz’’ diyen; kadın haklarını, eşitlik talebini çeşitli girişimlerle destekleyerek etkin bir biçimde savunan radikal kadınlar ve bu kadınların yazdığı dergileri de bulabiliriz. Yani bir grubu aşırı bulup, onlar gibi düşünmediklerini,  ölçülü bir yol izlediklerini dile getirip o dergide yazanları tasvip etmeyen bir grup da var.  Orada da beraber olamamışız. Bu her yerde karşımıza çıkacak belli ki.

Üzerinde durmak istediğim bir diğer husus ise kadınların girişimci ve yenilikçi önerilerine gelen tepkiler. Şöyle ki kadınlarımız, bir kadın partisi kurulması ve mecliste yer alması talebi ile ilgili kişilere başvurduklarında ciddiye alınmazlar. O parti hiçbir zaman kurulmaz. Oysa izin verilse işte o zaman dünya için örnek teşkil edecek bir adım atmış olabilirdik. Göstermelik, siyasi adımlar değil; gerçek hak, gerçek demokrasi işte o zaman muasır medeniyet seviyesinde ciddi bir sıçrayış yakalayabilirdik belki de. Kadınlar mecliste ve bir kadın partisi söz hakkı alıyor. Hayali bile çok ilham verici ve yenilikçi!

Birkaç isim zikretmeyi kendime ve cinsime bir borç bilirim. Ulviye Mevlan, Belkıs Şevket, Aziz Haydar, Mükerrem Belkıs, Fatma Aliye Hanım, İsmet Hakkı Hanım, Makbule, Naciye, Halide Edip, adını bilmediğimiz ama Beyaz Konferanslar’a maddi olanak ve yer imkânı sağlayan, maddi manevi desteğini bir an olsun esirgememiş sevgili P.B. ve onlarca kadın. Yazdıkça yazmak istiyorum. Ama noktalamalıyım. Bu kitap ile olmasa bile hepimizin düşünmesi gereken, sorgulaması gereken bir noktadır cumhuriyet öncesi kadın hareketi. Nasıl ki şuan o kadınların bu toplantılarda yanımızda olduğunu, biz araştırdıkça, tartıştıkça bize gülümsediklerini hissediyorsam; 200 yıl önce bir Beyaz Konferans’ta Fatma Aliye’nin konuşmasını dinlerken benim de ona gülümseyip güç verdiğime can-ı gönülden inanıyorum.

Zaman kavramını eritircesine, iyi ki kadınım diyorum!

İyi ki direnen bir kadınım!

Tıpkı yüzyıllardır olduğu gibi!

____________________________________________________________________ 

Arakne: Aynur Demirdilek’in Ayizi Kitap’tan çıkan Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikayesi adlı kitabını temin edemediğim için Feminist Tahayyül’de yayınlanan iki makale üzerinden Osmanlı’da ve Erken Türkiye’de kadın hareketleri üzerine düşünebilme fırsatım oldu. Aslında kadın hareketleri açısından kendi adıma oldukça eksik kaldığım bir dönem Osmanlı. Hem Demirbilek’in kitabını, hem de üzerine makalesini okuduğum Yaprak Zihnioğlu’nun Kadınsız İnkilap kitabını okuyamamış olmak elbette ki benim hatam. Temel kitapları okumadan bir konu üzerinde yorumda bulunmayı hiçbir zaman uygun görmemişimdir, şimdi bu konuda konuşacağım ama, bu sebeple şimdiden sürç-i lisan edersem affola!

Üçüncü senesine giren okuma grubumuzda çoğunlukla 60 sonrası kadın hareketleri üzerinde durmuştuk. Feminizmin Birinci Dalgasının oy hakkı-medeni hak mücadelesinden de elbette bahsetmiştik, fakat daha çok Batı odaklı konuşulmuştu. Bu sebeple kadınların Batı’daki hak mücadelelerinin Doğu’ya nasıl yansıdığı çok gündemimize gelmemişti. Fark ettiğimiz eksiği doldurmak adına listemize hemen Osmanlı kadın hareketini ekledik. Bu döneme dair hiçbir fikrimiz yok değildi tabii ki, belli olayları/kişileri/örgütleri biliyorduk. Sosyoloji bölümünde Türk modernleşmesinin tarihini okurken karşıma pek çok kadın mücadelesi çıkmıştı. Ama o dönemlerde detaylarıyla neler olduğunu okumak gerçekten çok umut verici, direnmenin daimiliğini görmek her zaman için mutluluk veriyor.

Geç Osmanlı’daki kadın hareketlerini okumak üniversitedeki aydınlanmalarımı aklıma getirdi hep. Sosyoloji bölümünde ikinci senem falan sanırım, bir derse girdim, hoca Osmanlı zamanı işçi hareketlerini anlatıyor, bütün sınıf şokta, yahu, Osmanlı’da grev mi olurmuş! Resmi tarih bize hiç bundan bahsetmedi! Devam ediyoruz, Türkiye tarihi dersi. Ya, Türkiye’nin tarihi Cumhuriyet’in ilanıyla başlamıştı, ama aynı zamanda orda da son bulmamış mıydı? Lise tarih kitaplarının son kısımlarında bir şeylerden söz ediyorlardı sanki ama hepsi kafamızda çok muğlak. Çok şükür aileden gelen bilgilerle biraz “İhtilal Tarihi” biliyorum, darbeler falan. 68 Kuşağı sonuçta ailelerimiz –gerçi çoğu bizi zarar görmememiz için temkinli yetiştirdi. Ama derslerle birlikte teker teker öğreniyorum: Ermeni Soykırımı, Tek Parti dönemi, devlet kapitalizmi, Dersim Katliamı, Varlık Vergisi, Çok Partili Dönem, 60 darbesi, arada muhtıralar, 1977 Kanlı 1 Mayıs, 1978 Maraş Katliamı, 80 darbesi, 1991 Büyük Madenci Yürüyüşü vb. Buyur bakalım buradan yak! Ben bu kadar bilgiyle nasıl başa çıkacağım. Bir de üstüne Kemalist eğitim ideojisiyle yetişmiş, liseden yeni çıkmış gençlere “Kemalizm diye bir ideoloji var, bu kapsamda pek çok baskılayıcı uygulama gerçekleşmiş eskiden, ayrıca Atatürk kadın hareketini desteklemedi, tam tersi pek çok noktada baskılamaya çalıştı” derseniz o beyinler yanma noktasına gelebilir. Feminizmin içeriğini bilmeden ama feminist eğilimli bir şekilde yetişmiş olan benim gibi kadınlara bunu söylediğinizde ilk tepki şu oluyordu: E, ama Türkiye’deki kadınlara İtalya, Fransa, İşviçre gibi pek çok “ileri” ülkeden çok daha önce (1934) seçme ve seçilme hakkı “verilmedi” mi? Tam bu cümleyi kurarken bir düzeltme daha gelir: haklar verilmez, alınır/kazanılır! Tamam, sakin kalıp bunları bir düşünmem lazım!!!

Seneler önce gelen bu farkındalıklarla yavaş yavaş düşünce sistemim değişmeye başladığında farklı pek çok ideolojinin varlığını ve olasılığını da görmeye başlamıştım. Bu sefer geçmişi sorgulamaya başladım, çünkü bunu yapabileceğimi (hatta daha düzgün bir çıkarım için herkesin bunu yapması gerektiğini) fark etmiştim. Sosyoloji eğitimi bana anakronizme düşmeden analiz yapabilme yeteneğini kazandırmıştı çok şükür, ama ne zaman bu tarz tartışmalara girsem şu argümanla mücadele etmem gerekiyordu: “ama o dönemde, o koşullar altında başka ne olabilirdi ki?! Savaştan çıkmışsın, ulus-devletler kuruluyor, halk yoksulluk içinde, sanayileşmen yok denecek kadar az, toplum muhafazakar, köylü nüfus fazla. İktidarın tek bir elde toplanması en iyisiydi”. Tamam, iktidar 22 sene tek partide kaldı ve devlet kapitalizmi uygulamayı seçen bir siyasi yönelimle yeni bir rejim kuruldu, biliyorum, peki ben bu dönemi hiç sorgulayamaz mıyım? Aynı dönemde –Osmanlı’ya çok benzer bir toplumsal-ekonomik yapıda olan- Çarlık Rusya’sında da sosyalist rejim kurulmaya başlandı. Demek ki illa “Cumhuriyet”in kurulması gerekmiyormuş, başka olasılıklar da varmış. Yine karşı duruşlar: “Eh yani, senin de verdiğin örneğe bak, sonradan totaliter bir yapıya dönen SSCB”. Yahu, ben ondan mı bahsediyorum! SSCB’nin sonradan bürokratikleşmiş bir işçi devletine evrildiğinin ben de farkındayım ama bu durum başka bir “olasılığın” var olduğu fikrini ortadan kaldırmaz. Enternasyonalist bir mücadeleyle dünyaya sosyalizmi getirmeye çalışan hareketin içinde Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg’lar bu mücadelenin içinde bir de kadın sorunu üzerine düşünüyorlar, politika önerileri getiriyorlardı mesela. Ama sonra görüyorum ki Türkiye’de yeni kurulan rejimde kadın hareketi özelinde Nezihe Muhiddin ve diğer kadınlar da neler yapmış! 1923 yılında, daha Cumhuriyet ilan edilmeden Kadınlar Halk Fırkası’nı (yasallaşamamış olması daha da özel kılıyor bu partiyi bence), sonra 1924 yılında biraz “yumuşatmaya” gidip Türk Kadınlar Birliği’ni kurmuşlar. Buyrun size güzel bir direniş, meğer tam tarihimizin sayfaları arasındaymış ama biz gözden kaçırmışız (büyük ihtimalle göze batmasını istemediler de, neyse…). Ama gözden kaçması da çok mümkün, feminist araştırmacılar olmasa biz kadınların tarihini nereden öğrenecektik. Zihnioğlu (2020) bize nasıl satır aralarını okuyarak, üstü kapalı ifadeler kullanan ve özsansür uygulayan kadınların “susturulan seslerini” aradığını anlatmış. Aile tarihlerini incelerken erkek anlatılarının arasında kadını bulmaya çalışmak ya da çalışılan dönemin sanatında, edebiyatında, günlük hayatında gezinip zamanın ruhunu hissetmeye çalışmak çok zor. Neyse ki bunu başaran feminist araştırmacılar var ve bugün biz tarihin arasında kadınları bulup o tarihle yüzleşebiliyoruz.

Demet Aslı Çaltekin’in Feminizmin Lokalleşme Süreci: Osmanlı Kadın Hareketi Örneği adlı makalesinde de yine 19. yüzyılın özellikle sonlarından örneklerle kadın hareketinin temel noktaları tartışılmış. Osmanlı’da kadın hareketinin bir Müslüman kanadı var, bir de gayrimüslim. Osmanlı Müslüman kadınlarının Süfrajetlere eleştirisi örnek verilmiş mesela. “Militanlaşmayalım, öncelikle eğitim alalım” diyen Müslüman kadınlar oy hakkı talep etmenin cüretkarlık olduğunu düşünmüşler. Eğitim hakkı talebi o dönemde ataerkil yapıda kabul görebilecek talepler (Kandiyoti bunu “ataerkil pazarlık” kavramıyla tanımlar) çerçevesinde kurgulanmış. Annelik, ulusu savunacak vatansever oğul yetiştirme prensibi de bazı kadın örgütlerinin odağında olmuş. Kadınlar bu dönemde dernek kurmuş, roman yazmış, dergi-gazete çıkarmışlar. Hatta 1868 yılında çıkarılan bir dergideki tartışma konularından bazıları şuymuş: çok eşlilik ve vapurlarda kadınların oturabileceği yerlerin kısıtlılığı (Burada tam da şunu söylemek gelmiyor mu içinizden: I can’t believe I’m still protesting this shit! Bacaklarını topla, yerimi işgal etme!!!). Osmanlı’daki gayrimüslim kadın gruplarından bazı Ermeni kadınlar, yazdıkları romanlarda çalışma haklarından bahsetmiş, Batılı düşünceyi savundukları gerekçesiyle eleştirilmiş, bunun karşısında bir Doğu-Batı sentezi yaptıklarını söylemişler. Bu örnekler üzerinden Osmanlı feminizminin dönemin koşullarına özgü olarak şekillendiğini söylemek mümkün (Çaltekin, 2020).

Konu Osmanlı olunca bir Doğu-Batı tartışması kaçınılmaz. Doğulu (ve çoğunlukla Müslüman) kadınlar yardıma muhtaç ve Batı tarafından (Avrupa merkezli üstün kültür görüşü) kurtarılması gereken kadınlar mı? Bu aslında klasik bir modernleşme hikayesi. Nasıl modernleşeceğiz? Batı’nın teknolojisini alalım, kültürünü bırakalım. Yerel ahlakımız iyidir, aman ha, modernleşeyim derken Batı’nın ahlaksızlığını almayalım, iffetli olalım, kadınlarımız kötü yola düşmesin durduk yere! Türk modernleşmesinin düşünürlerinden olan Ziya Gökalp’in Hars-Medeniyet tanımlamaları kadınların toplum içindeki konumlanışlarını da etkilemiştir. Bu ideolojiye göre kendimi kurgularken bir “öteki” olan Batı’ya ihtiyacım var. Batı kültürü yozlaşmaya müsait, o sebeple onun tekniğini alayım ammaaa, namussuzluğunu almayayım. Hatta işin içine İslam’ı da katayım, diyeyim ki gerçek İslam bu değil! İslam’ın özüne dönersek kadınlara verilecek hakların İslam’la çatışmadığını görürüz diyelim, yeni iddiamız bu olsun. Gökalp, bizden olanı, kültürü korumayı önerir, bunu yapacak olanlar da kültürün aktarıcısı görevini üstlenen kadınlar olacaktır. Lise kitaplarından aşina olduğumuz “muasır medeniyetler seviyesine” ulaşmaya çalışırken kadın da bu noktada eğitilmelidir tabii ki. Eğitimsiz bir kültürün taşıyıcısı düşünülemez. “Modern” ailede kadın bilinçlenecektir, bu durum da bir ahlaki yenileme, ulusal diriliş projesinin bir parçası olarak gerçekleşecektir (Çaltekin, 2020). Eğitim alan kadın da kültür taşıyıcısı olma görevine uygun bir şekilde hemşire, öğretmen gibi toplum eğiticisi rolüyle çalışma hayatına katılacaktır (mümkünse de dişilliğinden sıyrılarak ve cinsel kimliğinden arınmış bir şekilde, modern ama eril bir şekilde!).

Makalenin kadın hareketinin yerelleşmesine dair eleştirdiği nokta, bu yolda ilerlenirken kadınların üzerinde artık “din, gelenek” söylemiyle değil, “ulus devlet anlayışı”yla hakimiyet kurulmaya başlandığı ve farklı baskı mekanizmalarının ortaya çıkması olmuştur. Tespitler şöyle: Ulus-devlet kurma sürecin geleneksel ataerkiyi yıkıp, demokratikleşme ve özgürlük getirecekken bunun yerine kadınlara yüklenecek rolleri şekillendiren mekanizmaları değiştirmiştir. Modernleşme süreci kadınların taleplerini ele alan, onların özgürleşmesini içeren bir süreçten ziyade kadınları rol model olacak kadar modern bireylere dönüştürecek olan, belli kalıplarla yeniden kuran bir süreç olmuştur (Çaltekin, 2020). Biz de belki Kandiyoti’nin sorusuyla bitiriş yapabiliriz: Kadınlar kurtarılmış ama özgürleşmiş mi? Tepeden inme politikalarla bazı şeylerin içselleştirilmesi zor, ama her şey de tepeden inmedi ya! Kendimiz düşündük, tartıştık, ürettik, hala da devam ediyoruz. Osmanlı kadın hareketine selam olsun! 

Yorumlar

Popüler Yayınlar